-Kahvaltı yaptınmı
-Simit var gel, hasan çay getir
-Bak senin sevdiğin pastaneden aldım hadi gel
-Poğaça yemeyin oğlum sırf yağ lan!
-Yine mi dört zeytin getirdin cimri
-Yok ben almayım diyetteyim (bu kesin ben) :)
Devam...
-Öğlen ne yiyeceğiz
-Öğlen ne yiyeceksiniz
-Ben evden getirdim
-Yine mi tavuk döner, yumurtlayacaksınız oğlum.
-Bu öğlen bi yere gitsek ya.
-Tamam gidelim bende salata yerim (buda kesin ben) :)
muhabbetlerinin sonunda yenilen öğle yemekleri, devamında yapılan sigaralı/çaylı sıcak sohbetler. Mesai saatinin başlamasından duyulan mennuniyetsizlik. Çok yemişim, bana dokundu yahu, çok yemeyecektin pis boğaz muhabbetleri ... :)
mesai saati dilimi içindeki vakitlerimizde meğer ne çok yer kaplarmış.
Araya ramazan giripte kahvaltılar, öğlen yemekleri kesilince yapacak birşey yokmuş gibi sanki. Bir boşluktaymışsın gibi. Saat 16.00 olunca yemek tarifleri vermek zorundaymışsın gibi....
Hal böyle olunca öğlen çıkıp yürüyüş yapayım dedim fakat beceremedim. Kendi başıma etrafa bakarak salına salına yürümeyeli uzun zaman olmuş. Bi yere yetişecekmiş gibi kafam önümde hızlı hızlı yürüdüm. Kan ter içerisinde kaldım.
Saç baş dağınık, altlarında bol eşofmanları, mendebur suratlı (burdakilerin hepsi öyleydi) teyzeleri mahalle bakkallarına giderlerken görmek ilginçti tabi ama hepsi bundan ibaretti.
Yeniden işyerimin dokunulmazlığına dönmek yürüyüşten daha iyi geldi.
nimet