09 Ekim 2006

ÖRTMENİM:))

"anne ........... gidebilirmiyim? "
Nazanın ilk izin alışında bir garip olmuştum ben. Annemle olan ilişkim bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmişti. Vay canına ben anneyim diye düşünmüştüm:))) ve hatta benden izin alıyor!!! diye de garipsemiştim kendimi. Alıştık tabi, alışıyor insan bilirsiniz:))

Ama bu hafta sonu ilk Öğrenci Velisi oluşum idi. İlkler hep güzel. Koskoca veliyim ben çekilin şöyle kenara, alçak dağları ben yarattım, yüksek dağları öğretmen yaratmış olmalı konumunda oturdum öğretmenin karşısına:))

Çoğunluk annelerden oluşuyordu. Hal böyle olunca mevzu benim çocuğum zeytin yemez, yok bizimkisi kesinlikle peynir yemez, onun yerine çikolatalı ekmek verseniz. Süt vermeyin meyve suyu verin. Benim çocuğumu birisi dövmüş. Bak eve şu vaziyette geldi, hırkası kayboldu, Kaan dövmüş, hırkasında da kaan yazıyordu, ama sınıfta kaan diye biri yokki!!!! ..... bıdı bıdı bıdı.

Peynir zeytin yemezse yemesinler, ölmedi ya peynir yemeyince, nazanı üç yaşından beri kreşte dövüyorlar zaten. E çocuk dövülecekte dövecekte elbet. Kaan da herkimse senin çocuğunu dövmüş hırkasını da almış bu kadar basit anlamadın mı:)) Mevzular basite indirgendi. Hoşuma gitmedi. Bir ara sıyrıldım şöyle bi uyum meselelerini, özgüvenlerinin durum vaziyetini sordum. Peynir, zeytin yemezcilerin hoşuna gitmedi. İki tane de baba vardı, beni desteklediler. Biz üçlü grup ve peynir zeytincilerde kendi aralarında gruplaştılar hemen:)) Birde Abidin diye bir çocuğun ismiyle dalga geçiyormuş çocuklar:))) çok fenalar ya:))
yer yer komikti yan yan gülümsediğim çok oldu.

Edizle, Nazan beni camdan seyrederlermiş dışarda meğer:) Toplantı bittikten sonra Nazan
- anne çok mu sıkıldın? diye sordu. Tabi çocuğa bir sürü beyaz yalan söyledim. Öğretmen senin için şunu söyledi, sen şöyle şöyleymişsin meğerse. Bak şunu da yapmışsın. Aferim sana vesaire vesaire....

nimet

03 Ekim 2006

Yürü Ya Kulum Nimet!!

-Kahvaltı yaptınmı
-Simit var gel, hasan çay getir
-Bak senin sevdiğin pastaneden aldım hadi gel
-Poğaça yemeyin oğlum sırf yağ lan!
-Yine mi dört zeytin getirdin cimri
-Yok ben almayım diyetteyim (bu kesin ben) :)

Devam...

-Öğlen ne yiyeceğiz
-Öğlen ne yiyeceksiniz
-Ben evden getirdim
-Yine mi tavuk döner, yumurtlayacaksınız oğlum.
-Bu öğlen bi yere gitsek ya.
-Tamam gidelim bende salata yerim (buda kesin ben) :)

muhabbetlerinin sonunda yenilen öğle yemekleri, devamında yapılan sigaralı/çaylı sıcak sohbetler. Mesai saatinin başlamasından duyulan mennuniyetsizlik. Çok yemişim, bana dokundu yahu, çok yemeyecektin pis boğaz muhabbetleri ...  :)
 mesai saati dilimi içindeki vakitlerimizde meğer ne çok yer kaplarmış.
Araya ramazan giripte kahvaltılar, öğlen yemekleri kesilince yapacak birşey yokmuş gibi sanki. Bir boşluktaymışsın gibi. Saat 16.00 olunca yemek tarifleri vermek zorundaymışsın gibi....

Hal böyle olunca öğlen çıkıp yürüyüş yapayım dedim fakat beceremedim. Kendi başıma etrafa bakarak salına salına yürümeyeli uzun zaman olmuş. Bi yere yetişecekmiş gibi kafam önümde hızlı hızlı yürüdüm.  Kan ter içerisinde kaldım.

Saç baş dağınık, altlarında bol eşofmanları, mendebur suratlı (burdakilerin hepsi öyleydi)  teyzeleri mahalle bakkallarına giderlerken görmek ilginçti tabi ama hepsi bundan ibaretti.

Yeniden işyerimin dokunulmazlığına dönmek yürüyüşten daha iyi geldi.

nimet

27 Eylül 2006

RAMAZAN

Eskiden ramazan deyince, iftarda içtiğim tarhana çorbası, yanında salata, dedem ve ben dahil, evden ayrılmayan diğer aile bireylerinin bulunduğu sofralar gelirdi aklıma.

Şimdi ramazan deyince aklımda daha çok davul var. Eyvah yine davullar başlıyor paniği içindeyim. Zira geceleri insanların normal konuşmalarının evimizin içine naklen ulaştığı Ankara'nın dar sokaklı eski semtlerinden birinde oturuyorum.

Mahalle eski olunca oturanların yüzde sekseni yaşça 60 ın üzerinde insanlar. Yaş böyle olunca bu işin tansiyonu var, başka rahatsızlıkları var o sebeple sanırım oruç tutan pek yok ki evlerde kalktık işte, alın ışığı da açtık sinyali veren de yok.
Bu duruma hırslanan davulcu amcalar bunlar uyanmadı deyip yeniden... yeniden... yeniden geçiyorlar.
 Dar sokakta yankılanan korku filmini andırır ritimsiz davul sesiyle birlikte arabaların alarmları çalmaya başlıyor. İşte benim kabusum bu noktada   başlıyor.
6 senedir Nazan uyandı uyanacak, tamam be adam bi kere geçtin daha ne geçip duruyorsun diye davul kabusu bitene kadar bekliyorum.
Uyandımıydı işim bitti. Sabaha kadar oturacağız demektir.

Yıllar önce 23 Nisan Ramazan ayına denk gelmişti. O yıllarda yabancı ülkelerden gelen çocukları evine alabilmen için ev halkının neredeyse dört dil bilmesi gerekiyordu.
Bizim apartmanda da bir tane Rus, bir tane de  Norveçli arkadaş vardı.
Pek sevgili Norveçli misafirimize ramazan ayını anlatana kadar çatlamıştık apartmanca.
Neden?
Şimdi olaya onun gözüyle bakınca çok komik bir durum çıkıyor hakkaten. Geçenin bir yarısı gümbür gümbür, dambır dambır bir davulcu geliyor.
Korku filmi gibi...
Çocuk yatağından fırlıyor. Sonra farkediyor. Ev halkı saç baş dağınık, asık suratlı, uykulu, pijamalarıyla hazırlanmış bir sofraya oturuyor. Bir haftada yedikleri kadar yemek yiyorlar. Tıka basa mideyi dolduruyorlar. Üstüne bol bol su içiyorlar ve aynı uyuşuklukla yatıyorlar.!!!

Bilmeyenin  gözüyle nasıl sizce?

Eskiyi yaşatmak güzel birşeydir de, eskiyle yaşamak ürkütücü oluyor bazen. 
Davul bazı yerde güzel, bazı yerde komik. Örneğin kayınvalidem ankaranın en işlek caddesinde oturuyor. Davulcu ordan geçerken Doc arabanın üstünde geçiyor:) Komik hakkaten. İşte o zaman eskiyi yadetmek olmuyor, eskiyle yaşamak oluyor.
Ama Anneannemlerin orada oruç ezanla açılmıyor. Top patlayınca açılıyor. İşte bu güzel.

Uzun lafın kısası davuluna rağmen ramazan güzel. Bereket var sanki. Ucunda bayram var.

nimet

22 Eylül 2006

Gururluyum ya:)


Zor büyüttük. Ankara'nın bir ucundan başka bir ucuna taşındı her sabah, her akşam. Kreş servislerinde büyüdü.

6 yaşındaki hayatı ona, "ben hiç çocuk olmadım ki" dedirtecek kadar ne yaşattı bilemiyorum. Suçlanmalımıyım onu da bilemiyorum.

Ama bildiğim birşey varsa o da;
oynamadığım oyuncakları hastanedeki çocuklara götür onlar oynasınlar benim çok var......
kreşe gitmeseydimde sokak çocuğu mu olsaydım..... kreşe gitmezsem iyi eğitim alamam...
diyecek kadar akıllı bir kızım var.

O doğduğundan beri hayat mücadelesi içinde. Hasta olunca bana kim bakacak telaşı içinde. İzin alamazsak ne olur sorusunun çözümü var hep beyninde. İlk kez bulunduğu bir ortamda ilk sorduğu soru "buranın kuralı nedir?" oluyor. Onun hayatı böyle.

Bu sabah ilk defa kendi başına okulunun servisine bindirdik. Bildiğim bütün duaları okudum ve hatta arkasından su dökesim bile vardı vallahi:) Gözlerim çakmak çakmak oldu.
Basit bir anaokuluna bu kadar gururlandıksa devamı durumlarda nasıl bir hal alırız ki! Fakülteden mezun olup ta kep fırlattığında krize girip , gelin olup giderken de arabanın altına atlayıp ya canımı ya kızımı mı deriz acaba:)))

Nimet
Anne

16 Eylül 2006

HAMAM


Hiç hamama gittiniz mi? Hani şöyle doğal kaynak suyuyla yıkanılan hamamlara.....öyle dejenere olmuş, bikiniyle girilen şehir hamamlarından ziyade, hamam kültürü olan kasaba hamamlarına gitmelisiniz.
Hamam kültürü bambaşka bir kültürdür.
Hamamda tas, takunya,yer kavgası bambaşka bir zevktir:)


Çocuklar savunmasızdır. Kaçamazlar ayakları kayar. Annelerinin elinde lif vardır, kese vardır. Çocuğunun kirini sökmeye kararlıdır. Derisini yüzercesine yıkarlar. Çoğu zaman ağlama sesleriyle karışır su sesleri.

Teyzeler, nineler, anneler çıplaklıklarından utanmazlar. Genç kızlarda vardır. Hafiften utanırlar. Yanakları kırmızı kırmızı olur, tazedirler. Onları seyreden tombul teyzeler olur genelde. Oğullarına kız bakarlar. Yanındaki diğer tombul teyzeye sorarlar "şu kız kim" "filanın kızı" ..... şeklinde secereler öğrenilir.
Yenilenmişsin gibi gelir insana. Bi de çıktıktan sonra buz gibi bir gazoz içiyorsan değme gitsin keyfine. Hamam kültürü ile büyüdüm ben. Uzun zaman oldu gidemeyeli. Özlemle yaptım bu tabloyu. Tüm resimler bir bütün aslında ama hikayeleri farklı.