26 Ekim 2006

ÖZÜM







Bayramda memleketimdeydim. Hiç eve gelmek istemedik ailecek. Üç kuşak bir aradaydık. Sevgili blog dostlarım, ailem, evlatlarım:) günce'nin güncesi ve alican'ın çiftliği ile bol bol blog sayfaları muhabbeti yaptık. Gizli takipçimiz Teyzem de katıldı arada bize:)
Piknikler, gezmeler, tozmalar yapıldı. Binbir çile ile verilen kilolar tatlılar, dolmalar yenilerek itina ile geri alındı.
Kapısını çalmanıza gerek olmayan çünkü anahtarı üzerinde olan anneannemlerin evine gelen gidenin sayısı belirsizdi yine tabi. Baklava ve yanında dolma servisleri, çay içermisiniz.... karnınız açmı? Allahaşkına yeyin... :) muhabbetleri.

Fazla söze gerek yok aslında neden gelmek istemediğimizi anlamak için resimlere bakmak yeter  bana göre.  

14 Ekim 2006

neden koyun?

Nazana koyun sayarak uyumayı öğretmeye çalıştım veya çabaladım yada belki uyur diye ümit ettim diyelim. Bu öğrenilir mi, kim icat etti ve hatta bir faydası varmı bilmiyorum zira koyun kardeşlerin bana hiç bir faydası olmamıştır:)) ama ümit ümittir kıranlara selam olsun diyerek çıktım yola.

- Bak şimdi bir çit var, arkasında da bir sürü koyun.
- Çit ne anne?
-Tamam çit değil duvar var. Şimdi o koyunlar duvarın üzerinden tek tek atlayacaklar. Sende koyunları sayacaksın tamam mı?
-Neden
-İşte
-e peki o zaman
-Bir koyunnnn/iki koyunnnnn/üç ko........
-nazan içinden sayacaksın bağırmadan, sessizce
-ha tamam
-sen sayıyormusun anne
-evet
-kaçıncıdasın
-bilmiyorum, karıştırdım yeniden başlayacağım
-ben onbirincideyim

ya sabır sessizliği!!!

-anne 44 e kadar saydım yeter mi
-yeter nazan!!!!!
-şimdi uyu lütfen!
-her gün mü sayacağız anne koyunları
-neden 44 e kadar saydın nazan
-çünkü 44 e kadar saymayı biliyorum anne!

:)))))))))))

-bir iki üç tıp konuşanın ağzına yılan girsin

............................................

09 Ekim 2006

ÖRTMENİM:))

"anne ........... gidebilirmiyim? "
Nazanın ilk izin alışında bir garip olmuştum ben. Annemle olan ilişkim bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmişti. Vay canına ben anneyim diye düşünmüştüm:))) ve hatta benden izin alıyor!!! diye de garipsemiştim kendimi. Alıştık tabi, alışıyor insan bilirsiniz:))

Ama bu hafta sonu ilk Öğrenci Velisi oluşum idi. İlkler hep güzel. Koskoca veliyim ben çekilin şöyle kenara, alçak dağları ben yarattım, yüksek dağları öğretmen yaratmış olmalı konumunda oturdum öğretmenin karşısına:))

Çoğunluk annelerden oluşuyordu. Hal böyle olunca mevzu benim çocuğum zeytin yemez, yok bizimkisi kesinlikle peynir yemez, onun yerine çikolatalı ekmek verseniz. Süt vermeyin meyve suyu verin. Benim çocuğumu birisi dövmüş. Bak eve şu vaziyette geldi, hırkası kayboldu, Kaan dövmüş, hırkasında da kaan yazıyordu, ama sınıfta kaan diye biri yokki!!!! ..... bıdı bıdı bıdı.

Peynir zeytin yemezse yemesinler, ölmedi ya peynir yemeyince, nazanı üç yaşından beri kreşte dövüyorlar zaten. E çocuk dövülecekte dövecekte elbet. Kaan da herkimse senin çocuğunu dövmüş hırkasını da almış bu kadar basit anlamadın mı:)) Mevzular basite indirgendi. Hoşuma gitmedi. Bir ara sıyrıldım şöyle bi uyum meselelerini, özgüvenlerinin durum vaziyetini sordum. Peynir, zeytin yemezcilerin hoşuna gitmedi. İki tane de baba vardı, beni desteklediler. Biz üçlü grup ve peynir zeytincilerde kendi aralarında gruplaştılar hemen:)) Birde Abidin diye bir çocuğun ismiyle dalga geçiyormuş çocuklar:))) çok fenalar ya:))
yer yer komikti yan yan gülümsediğim çok oldu.

Edizle, Nazan beni camdan seyrederlermiş dışarda meğer:) Toplantı bittikten sonra Nazan
- anne çok mu sıkıldın? diye sordu. Tabi çocuğa bir sürü beyaz yalan söyledim. Öğretmen senin için şunu söyledi, sen şöyle şöyleymişsin meğerse. Bak şunu da yapmışsın. Aferim sana vesaire vesaire....

nimet

03 Ekim 2006

Yürü Ya Kulum Nimet!!

-Kahvaltı yaptınmı
-Simit var gel, hasan çay getir
-Bak senin sevdiğin pastaneden aldım hadi gel
-Poğaça yemeyin oğlum sırf yağ lan!
-Yine mi dört zeytin getirdin cimri
-Yok ben almayım diyetteyim (bu kesin ben) :)

Devam...

-Öğlen ne yiyeceğiz
-Öğlen ne yiyeceksiniz
-Ben evden getirdim
-Yine mi tavuk döner, yumurtlayacaksınız oğlum.
-Bu öğlen bi yere gitsek ya.
-Tamam gidelim bende salata yerim (buda kesin ben) :)

muhabbetlerinin sonunda yenilen öğle yemekleri, devamında yapılan sigaralı/çaylı sıcak sohbetler. Mesai saatinin başlamasından duyulan mennuniyetsizlik. Çok yemişim, bana dokundu yahu, çok yemeyecektin pis boğaz muhabbetleri ...  :)
 mesai saati dilimi içindeki vakitlerimizde meğer ne çok yer kaplarmış.
Araya ramazan giripte kahvaltılar, öğlen yemekleri kesilince yapacak birşey yokmuş gibi sanki. Bir boşluktaymışsın gibi. Saat 16.00 olunca yemek tarifleri vermek zorundaymışsın gibi....

Hal böyle olunca öğlen çıkıp yürüyüş yapayım dedim fakat beceremedim. Kendi başıma etrafa bakarak salına salına yürümeyeli uzun zaman olmuş. Bi yere yetişecekmiş gibi kafam önümde hızlı hızlı yürüdüm.  Kan ter içerisinde kaldım.

Saç baş dağınık, altlarında bol eşofmanları, mendebur suratlı (burdakilerin hepsi öyleydi)  teyzeleri mahalle bakkallarına giderlerken görmek ilginçti tabi ama hepsi bundan ibaretti.

Yeniden işyerimin dokunulmazlığına dönmek yürüyüşten daha iyi geldi.

nimet

27 Eylül 2006

RAMAZAN

Eskiden ramazan deyince, iftarda içtiğim tarhana çorbası, yanında salata, dedem ve ben dahil, evden ayrılmayan diğer aile bireylerinin bulunduğu sofralar gelirdi aklıma.

Şimdi ramazan deyince aklımda daha çok davul var. Eyvah yine davullar başlıyor paniği içindeyim. Zira geceleri insanların normal konuşmalarının evimizin içine naklen ulaştığı Ankara'nın dar sokaklı eski semtlerinden birinde oturuyorum.

Mahalle eski olunca oturanların yüzde sekseni yaşça 60 ın üzerinde insanlar. Yaş böyle olunca bu işin tansiyonu var, başka rahatsızlıkları var o sebeple sanırım oruç tutan pek yok ki evlerde kalktık işte, alın ışığı da açtık sinyali veren de yok.
Bu duruma hırslanan davulcu amcalar bunlar uyanmadı deyip yeniden... yeniden... yeniden geçiyorlar.
 Dar sokakta yankılanan korku filmini andırır ritimsiz davul sesiyle birlikte arabaların alarmları çalmaya başlıyor. İşte benim kabusum bu noktada   başlıyor.
6 senedir Nazan uyandı uyanacak, tamam be adam bi kere geçtin daha ne geçip duruyorsun diye davul kabusu bitene kadar bekliyorum.
Uyandımıydı işim bitti. Sabaha kadar oturacağız demektir.

Yıllar önce 23 Nisan Ramazan ayına denk gelmişti. O yıllarda yabancı ülkelerden gelen çocukları evine alabilmen için ev halkının neredeyse dört dil bilmesi gerekiyordu.
Bizim apartmanda da bir tane Rus, bir tane de  Norveçli arkadaş vardı.
Pek sevgili Norveçli misafirimize ramazan ayını anlatana kadar çatlamıştık apartmanca.
Neden?
Şimdi olaya onun gözüyle bakınca çok komik bir durum çıkıyor hakkaten. Geçenin bir yarısı gümbür gümbür, dambır dambır bir davulcu geliyor.
Korku filmi gibi...
Çocuk yatağından fırlıyor. Sonra farkediyor. Ev halkı saç baş dağınık, asık suratlı, uykulu, pijamalarıyla hazırlanmış bir sofraya oturuyor. Bir haftada yedikleri kadar yemek yiyorlar. Tıka basa mideyi dolduruyorlar. Üstüne bol bol su içiyorlar ve aynı uyuşuklukla yatıyorlar.!!!

Bilmeyenin  gözüyle nasıl sizce?

Eskiyi yaşatmak güzel birşeydir de, eskiyle yaşamak ürkütücü oluyor bazen. 
Davul bazı yerde güzel, bazı yerde komik. Örneğin kayınvalidem ankaranın en işlek caddesinde oturuyor. Davulcu ordan geçerken Doc arabanın üstünde geçiyor:) Komik hakkaten. İşte o zaman eskiyi yadetmek olmuyor, eskiyle yaşamak oluyor.
Ama Anneannemlerin orada oruç ezanla açılmıyor. Top patlayınca açılıyor. İşte bu güzel.

Uzun lafın kısası davuluna rağmen ramazan güzel. Bereket var sanki. Ucunda bayram var.

nimet